Çook eski zamanlarda güzel bir ülke vardı. Kuşlar kelebeklerle dans eder çocuklar
da rüzgârla yarışırdı...yetişkinler toprakla içiçe, güneş pırıl pırıl insanlara gülerdi. İnsanlar
hiç olmadığı kadar mutlu hiç olamadığı kadar şendi...
Çocuklar doyasıya oynar herkes birbirine sonsuz bir güven duyardı.
Gel zaman git zaman hiç kimsenin tanımadığı dev büyüklüğünde insanlar geldi bu
mutluluk ülkesine. Herkes şaşkın birbirine baktı bu insanlarda kim diye...
Kocaman gövdeleri; kocaman elleri; kocaman ayaklari;
para para gözleri vardı...
O günden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı...koskocaman bir karanlık çöktü
mutluluk ülkesinin üstüne. Bu koca adamlarla birlikte afetler baş göstermeye başladı.
Ne bağ kaldı ne bahçe bütün yeşillikleri yok ettiler lime lime...
basacak toprak kalmayana kadar çalıştılar...veee sonunda hiç toprak kalmadı.
İnsanlar daracık alanlara sıkışıp kalmışlardı.Enerjilerini atacak toprakları kalmamıştı..
.yavaş yavaş hastalanmaya başladı ruhları.
Artık biz demekten vazgeçti ben demeye başladı insan.Bencillik beraberinde bir
çok sorunla geldi.
Ruhumuz acımaya başladı fakat 'sadece ben' duygusu o kadar gürültülü geldiki iç sesimizi
duyamaz olduk.
"İnsan yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci
olmayı öğrenir.
Bu gerçekleştiğinde ne yazık ki artık çok geçtir.
İnsanların "tecrübe" dediği sey budur. Kalbiyle bağlantısını kesmiş bir insana
" tecrübeli" denir. Frued
Freud'unda dediği gibi hepimiz kronik şüpheci olduk.Güven duygumuzu yitirdik.
Bir labirentin içinde kaybolduk.Ve nasıl çıkacağımızı bilmiyoruz...
Hayatın karmaşasında bir var olurum bir kaybolurum.
Bazen kendimi tanıdığımı düşünürken tanımadığını farkederim.
Bu karmaşık duygular içinde bir labirentte gezer gibi ;
nereye gittiğimi bilmeden bir sağa bir sola yalpalanırım.
Sıdıka Rabia YILMAZ
Sosyolog&Psikoterapist
Yazar
|